“Ruhunda özgürlük olan herkesin evidir burası. Ruhunda özgürlük olmayan, kula kulluğu tercih eden hiç kimse için bir şey ifade etmez Ankara! Ruhunda pranga olan, ruhunda kula kulluk olanlar için kurucu değerler de bir şey ifade etmez! Bu kent, özgürlüklerin kenti…”
Rize'de doğdum, ama Ankara benim evim. Edirne’den Karsa, Sinop’tan Hatay’a… Kim nerede doğmuş olursa olsun, Ankara hepimizin evi, kenti... Çünkü burası başkent!
Ruhunda özgürlük olan herkesin evidir burası. Ruhunda özgürlük olmayan, kula kulluğu tercih eden hiç kimse için bir şey ifade etmez Ankara! Ruhunda pranga olan, ruhunda kula kulluk olanlar için kurucu değerler de bir şey ifade etmez! Bu kent, özgürlüklerin kenti…
Eğer hepimizin evi olarak algılamazsak, bu kenti ciddiye almazsak, herkesin aidiyeti olan bir kent olmazsa o zaman çözüm de oluşturamayız.
Önce Ankara huzurla buluşacak, önce çözümün merkezi olacak ki iyiliklerin kalbi Ankara'da artarak atacak. Ve ondan sonra bu ruh yurdun her tarafına yansıyacak.
Dünyanın kalbi gibi görebileceğimiz bir yer Ankara... Mustafa Kemal Atatürk, ''Bu kentte bir devlet kurma geleneği var” diyor Ankara için. Yani sadece İnebolu Limanı'na yakın olduğu için bu kenti tercih etmiyor. Ankara’da devlet kurma duygusu ve iradesi bu kentin karakterinden geliyor.
Pek bir kent, hele hele başkent Ankara nasıl anlatılır?
Eşya ve insan arasındaki ilişki her şeyin yerleşikliği üzerine değil, dinamik ve boyutlandırma üzerine oluşur. Aksi halde her şey olduğu gibidir. Hiçbir şey olmadığı bir şey gibi tasavvur edilemez. Bir kentin vücut buluşu, temellerinde mevcut olan ve devamlılığı için gerekli olanlar zihni ve tasavvur boyutunda saklıdır.
Öyleyse soralım: “Sizin bir ‘kent’iniz oldu mu?” Garipseyebilirsiniz bu soruyu ama şaşıracak bir şey yok! Ankara, tüm varlığıyla bu sorunun cevabıdır. O bizim kentimizdir, kendimiz olduğunu unutmamak adına. Ve döner, işitilebilir bir kent olarak kulağımıza şunu fısıldar: “Talih karşımıza hangi yolu çıkarırsa çıkarsın, onu yılmadan takip edeceğiz.”
Ahilik, bu şehrin hücrelerine işlemiş bir anlayıştır. Ticari hayatı ahlak esasına göre düzenleyen bir dayanışma örgütünün, ülkedeki asayişi gerekli kıldığı için sorumluluk üstlenerek yönetim görevini yerine getirdiği bir kentidir Ankara.
İşte Ankara, o sorumluluk anlayışıyla, Millî Mücadele’ye ev sahipliği yapmış, yanı başına kadar gelen düşmanı “sathı müdafaa” anlayışıyla geldikleri gibi geri gönderen ve yüzyıllar süren gerilemeyi tersine çeviren cesaretin merkezi olmuştur. Bunu en iyi Yahya Kemal Beyatlı anlatır: “Ey Ankara! Şanlı belde, kalpak başta, tabanca belde.”
Yedi düvelin bir araya gelip yok etmek istediği bir milletin şahlanışının merkezi, mazlum milletlerin umududur Ankara. Sadece Anadolu’nun değil tüm mazlum milletlerin başkenti olmuştur Ankara.
Demokrasi çığlığının atıldığı kenttir…
Her zaman ifade ettiğimiz gibi, Ankara’nın başkent oluşu, siyasi ve fiziki haritada bir işaret ve adlandırma olmanın ötesinde bir anlam ifade eder. Köklü geçmişi binlerce yıl devam edecek geleceğinin işareti ve garantisidir.
85 milyon vatandaşın karargâhı üzerinden markaladığımız bu kent, yeniden dirilmemizin kentidir. Her sıkışık zamanda, her zor zamanda yeniden ayağa kalktığımız kenttir. Bu satırları okuyan genç arkadaş! Bizden önce sizler bu kentin ev sahibisiniz. Biz büyükler, bizden önceki neslin kavgalarının kurbanı olduk, başkalarının kavgalarının bedelini ödedik. Kendi kavgamız bile yok bizim. Bugün politikadaki davranış bozukluğu, birbirine olan tahammülsüzlük, korku, birbirini severken “kimin ne diyeceği endişesiyle” tebessüm etmemiz, ağlarken sağa sola bakmanın, gülerken sağa sola bakmanın, kendi olamayan bir toplum olmanın bedelini ödedik biz. Korktuk biz, bazen yalana sığındık. Bugünün gençlerini “Z kuşağı” diye ötekileştiriyorlar. Çünkü bugünün gençleri yalan söylemiyor. Bazen belki kalp kırabiliyor ama yalan söylemiyor. Biz çaresizlikten dolayı “Millet ne der?” endişesiyle bilgiyi sakladık. Bu yüzden bizim de sizlerden öğrenecek çok şeyimiz var.