“Kusursuz bir bina yaptığını iddia eden bir müteahhit, yer bilimcilerinin büyük örgütünü görmezden geldiği, bilimsel çalışma yapan örgütün yöneticilerini dikkate almadığı müddetçe, yukarıda ne kadar nitelikli bir üretim yaparsa yapsın, bedelini ağır öder. Ve felaketten sonra tekrar soru sormaya başlarız. Bu yüzden öncelikle kafaların içindeki fay hatlarını yok etmeliyiz.”
Petrol, gaz, kömür, jeotermal, metalik veya endüstriyel hammaddeler gibi jeolojik kökenli kaynakların sürdürülebilir kalkınmadaki rolünü ele almak demek, dünyada bugün yaşanan soğuk ve sıcak savaşların nedenlerini anlamak demek. Ülkelerin zenginliğini oluşturan yer altı kaynakları, bir yandan da savaşlara ve istikrarsızlıklara sebep oluyor.
Ekonomik gelişmişliği hızlandıran bu kaynaklar, siyasi krizlere zemin hazırlayabiliyor. İlerlemenin ateşleyici gücü olan jeolojik kökenli kaynaklar, küresel ısınma nedenleri arasında yer alıyor. Bir yandan kalkınma için varlığına ihtiyaç duyulan petrol, gaz, kömür başta olmak üzere jeolojik kaynaklar, sürdürülebilir kalkınma söz konusu olduğunda yerini yeşil enerjiye bırakmak üzere vazgeçilmek isteniyor.
Kusursuz bir bina yaptığını iddia eden bir müteahhit, yer bilimcilerinin büyük örgütünü görmezden geldiği, bilimsel çalışma yapan örgütün yöneticilerini dikkate almadığı müddetçe, yukarıda ne kadar nitelikli bir üretim yaparsa yapsın, bedelini ağır öder. Ve felaketten sonra tekrar soru sormaya başlarız. Bu yüzden öncelikle kafaların içindeki fay hatlarını yok etmeliyiz. Kentsel dönüşümden önce zihinsel dönüşümü gerçekleştirmeliyiz. Bu konunun uzmanı olan odaların görmezden gelinmeden sürecin yönetilmesi gerektiğine inanıyorum.
Farkındalık yaratarak, çözüm üreterek, yanlışlara dur demek gerekir. Ülkemiz, insanımız, doğamız, kentlerimiz ve geleceğimiz tehlike altında! Artık ne daha fazla kaybedecek canımız ne de daha fazla yok edecek dünyamız kalmadı. Elimizde kalan kısıtlı kaynaklarla toprağımıza, insanımıza ve geleceğimize sahip çıkmak zorundayız. Bu mecburi sorumluluk hepimizin omuzlarında…
Birbirimize güvenerek, inanarak, destekleyerek ülkemizin kör noktalarını iyileştireceğiz! Bilime savaş ilan etmeyeceğiz! Sanattan spora, bilimden teknolojiye, dünyayla yarışacak gücümüz var. Fakat bu yeteneğe, bu zekâya, bu bilince sahip kişileri doğru değerlendiremiyoruz. Alanında uzman kişiler, ülkemizde maalesef gerekli değeri görmüyor. Bakın, jeolojide meslek mensupları görmezden geliniyor ve her depremde bunun bedelini canımızla ödüyoruz. Görmezden geldikçe daha da ağır bedellerle ödemeye devam edeceğiz.
Son 25 yılda yer bilimci yetiştiren üniversitelerdeki öğrenci sayısı %70’i aşan oranlarda azaldı. %92’sinin deprem bölgesinde yer aldığı ülkemiz için bu çok talihsiz bir durum. Gençlerimizin bu alanlara tekrar yönlendirilmesi gerekiyor. Bu da mevcutta çalışan yer bilimcilerimizi değerli hissettirmekten ve yetki vermekten geçiyor. Çünkü kimse değer görmediği, sesinin duyulmadığı bir meslekte var olmak istemez. Yeni bir sistemi hemen hayata geçirmeliyiz. Yer bilimcilerin, jeologların, jeofizikçilerin de içinde olduğu yapı denetimini, “yer yapı denetimi” olarak değiştirmeliyiz. Türkiye’de daha seçkin mühendisler yetiştirmeli ve imza yetkilerini arttırmalıyız. Ve bunları acil olarak yapmalıyız. Vakit daralıyor! Rahat olacak zamanda değiliz.
Çok kıymetli Prof. Dr. Naci Görür Hocamız bir konuşmasında, “Her an bu ülke sallanıyor” demişti. O kadar haklı ki! Bu cümleyi daha geniş anlamda bir düşünün. Yer bilimcileri, jeologları, jeofizikçileri, bilim insanlarını görmezden geliyor, depremlerde sallanıyoruz. Kentleşmede, eğitimde, sağlıkta, teknolojide, sanatta, ekonomide sallanıyoruz. Şimdi güvenlik alarmı İstanbul için veriliyor ama kaç kişinin duyduğu, kaç kişinin kulaklarını tıkadığı, kaç kişinin de duymamış gibi yaptığını bilemiyoruz. Marmara Bölgesi, Türkiye ekonomisinin %60’ından fazlasını temsil ediyor. Şimdi sizlerle tahmini bir bilanço paylaşmak istiyorum:
Olası bir Marmara depreminde yaklaşık 28 milyon kişinin depremden etkileneceği tahmin ediliyor. Binalarda oluşacak hasarın en az 68 milyar liralık maddi kayba yol açacağı düşünülüyor. Türkiye’nin en önemli kamu, finans, medya ve sanayi kuruluşları da maalesef İstanbul ve çevresine taşındı ve gündemde daha fazlası var. Bu hem ekonomik hem de nüfus bazlı bir göç ve bile bile lades demek! Bu olası bilanço dahi tehlikenin ne kadar büyük olduğunu gözler önüne seriyor.
Kaybedecek bir saniyemiz bile yok! Çünkü saniyeler içinde binlerce canımızı kaybettik. Şimdi zaman yeniden aleyhimize işliyor ve biz değerli bilim insanlarımız ve yer bilimcilerimizle birlikte hızla harekete geçmeliyiz. Bizim aziz milletimiz zaten hücreleri örgütlü bir toplum. Felaket anında hızlı bir şekilde örgütlenip dayanışmada dünyaya eşsiz örnekler gösteriyor. Ancak bizim tedbir ile ilgili bir sorunumuz var. Dayanışmadan önce tedbiri önceleyerek bu farkındalığı geliştirmemiz gerekiyor.