“Geçmişin tanığı olan dönem yapılarını koruma refleksi gelişemiyor. Kentin kalbi sayılabilecek Ulus ve Kızılay gibi bölgeleri kendi kaderine terk edip, oluşturulan sahte cazibe bölgelerini, bu bölgelerde oluşan geçici zenginlikleri, lego gibi üst üste dizilmiş binaları gözden geçirmek zorundayız.”
Kentlerin dilinden anlayan bilim insanı Prof. Dr. Ruşen Keleş Hocamızın, “Eşit temsile, tartışmaya, eşit katılıma fırsat veren; adil, ölçüler içerisinde bir katılım her zaman özendirilmelidir ve taban genişletilmelidir" sözleriyle başlamak isterim.
"Kentleşme”, dar anlamda kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artması olarak tanımlansa da aslında çok daha büyük ve derin bir anlam ifade ediyor.
Kent; "yolları”, "köprüleri”, "binaları”, "parkları” olan bir yaşam alanını ifade etmenin ötesinde aynı zamanda bir medeniyet, bir uygarlıksa bunu bir kişinin, bir grubun aklına, inisiyatifine bırakmak gibi bir davranış bozukluğundan girilmesine göz yummamız mümkün değil. Bu kent yıllarca bunun bedelini ağır bir şekilde ödedi ve artık bu bedelleri ödememek için sağına, soluna, önüne, arkasına bakmadan kente karşı işlenen suçlara “Dur!” demekten başka çaremiz yok.
Türkiye, 1980'lerden itibaren -dünyadaki gelişmelere paralel olarak- yeni bir kentleşme dönemine girdi ve bu dönem ne yazık ki kentsel topraktan elde edilen rant kavramının da hayatımıza girmesine neden oldu.
Ankara’nın köklü tarihini artık hepimiz biliyoruz. İlk çağlardan bu yana Hititler’den Frigler’e, Lidyalılar’dan Persler’e, Galatlar’dan Selçuklu’ya ve Osmanlı'ya kadar çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmış bir kent. Bu zengin kültürüyle, dağından, taşından tarih akan, kültür akan, sanat akan, bereket akan bu kente ayrı bir hassasiyet gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Kurtuluş Savaşımızda, Millî Mücadele'nin karargâhı olan Ankara, genç Cumhuriyet’in başkenti olarak, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren özel olarak planlanmış, merkezi idarenin hizmet binaları önce Ulus çevresinde, sonra Bakanlıklar-Kızılay bölgesinde tasarlanmış, dönemin kaynaklarının önemli kısmı Ankara'nın başkent olmasına tahsis edildiği gibi nitekim Mustafa Kemal Atatürk, savaştan yeni çıkmış, yaralarını henüz saramamış genç Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti Ankara'nın planlanması için uluslararası bir yarışma açmış ve 1929’da Alman Mimar-Şehir Plancısı Hermann Jansen yarışmayı kazanarak Ankara'ya gelmiş ve Ankara İmar Planı’nı hazırlamıştı.
“Çocukluğunda istediği oyuncaklara erişemeyip, yetişkin çağında buna imkân bulunca kenti de oyun alanı haline getirip, davranış bozuklukları ile kente, kentliye, kentin yaşam alanına savaş açan bu durumun devam edilmesi halinde gelecek nesillere güzel ve yaşanabilir bir kent bırakamayacağız.”
Cumhuriyet döneminin etkili gazeteci ve yazarlarından, aynı zamanda milletvekili de olan Falih Rıfkı Atay, Alman Hermann Jansen’in Mustafa Kemal Atatürk’e yaptığı bir sunumda durumu şu şekilde izah ettiğini aktarmaktadır: “Paris’te Champs Elysée, dünya büyük şehirlerinin en geniş caddelerinden biridir. Bu caddede otomobillerin nasıl tıkandığını, bu tıkanıklıklarda süratlerin nasıl 7 kilometreye kadar düştüğünü biliyoruz. Yeni şehirler şimdi “motör” için aynı şeyi yapmaktadırlar. [Plan taslağındaki Atatürk Bulvarını göstererek] Bu yola bakınız. Onu otomobillere ayırdım. Yan yollar bu caddeyi ancak yarım kilometrede bir kesecekler ve karşılıklı kesmeyecekler, her yan yolun köşesi, caddeye inen arabaları gösterecek gibi açık bırakılacak. Evler, daireler ve apartmanlar geriye doğru yapılacak ve hiçbirinin caddeye kapısı olmayacak. Bu cadde üzerinde yaya kaldırımı yapılmayacak. Yan yolların her biri caddeyi bir bloğa bağlayacaktır. Siz istasyondan arabanıza binerek yüz kilometre hızla gideceğiniz yere doğrulacaksınız.”
Atatürk, başkent Ankara’nın sadece Anadolu’ya değil, aynı zamanda Batı dünyasına da örnek teşkil etmesini hayal etti. Genç cumhuriyetin başkenti için tüm kaynakları seferber etti. Ve Atatürk, dönemin koşulları içerisinde bozkır kasabası denilebilecek bir bölgeden modern bir kent yarattı. Jansen’in hızlı bulvar tasarımı, yeni kurulan şehrin modern batı kentlerindeki mobiliteyi yakalamaya çalışmasının bir yansımasıdır.
Ankara'da, Cumhuriyet sonrası meydanlar, sokaklar, kültür ve sanat mekânları modern bir kent kurgusuna uygun olarak biçimlendi. Kentte halkın birbiri ile temas edeceği açık alanlara özel önem verildi. Atatürk, başkent Ankara'nın ilk imar planı için sadece uluslararası bir yarışma açmakla kalmadı. Cumhuriyet'in ilk birkaç on yılı içinde başkentin modern ve yaşam kalitesi yüksek bir kent olması için müthiş bir imar ve yapım süreci yaşandı. Hem yabancı hem de Türk mimarlara aralarında devlet yapıları, konut kooperatifleri, lojmanlar, rekreasyon alanları, spor tesisleri, eğitim yapıları gibi çok farklı işlevleri olan yapıların mimari projelerini çağdaş bir anlayışla hazırlama sorumluluğu verildi. Böylece ortaya yeşilin ve insanın önemsendiği, özenli bir işçilikle inşa edilmiş nitelikli yapılarla ve kentsel açık alanlarla donatılmış bir kent kimliği çıktı. Kentin modern yüzü, sahip olduğu çok katmanlı tarih ve ev sahipliği yaptığı medeniyetlerle birlikte Ankara'nın özgün kimliğini oluşturdu. Ankara böyle bir kimlik içinde doğaldır ki zengin bir kültürel ve sosyal ortam da oluşturdu. Kültür ve sanat kentin yaşam kalitesi içinde önemli buluşma vesileleri oldu. Bugünün Ankara’sında ise yaşam kalitesinin göstergeleri olan nitelikli fiziki çevre ve altyapı ile sosyal ve kültürel yapılar kent içinde dengesiz bir dağılım sergiliyor.
Kent kimliği giderek tanımsızlaşıyor. Hatta neredeyse yitiriliyor ve geçmişin tanığı olan dönem yapılarını koruma refleksi gelişemiyor. Kentin kalbi sayılabilecek Ulus ve Kızılay gibi bölgeleri kendi kaderine terk edip, oluşturulan sahte cazibe bölgelerini, bu bölgelerde oluşan geçici zenginlikleri, lego gibi üst üste dizilmiş binaları gözden geçirmek zorundayız. Çocukluğunda istediği oyuncaklara erişemeyip, yetişkin çağında buna imkân bulunca kenti de oyun alanı haline getirip, davranış bozuklukları ile kente, kentliye, kentin yaşam alanına savaş açan bu durumun devam edilmesi halinde gelecek nesillere güzel ve yaşanabilir bir kent bırakamayacağız. Oysa, kent merkezlerinde yeşil alanların, parkların, bahçelerin olduğu, tertemiz havası ve suyu olan, trafik sorunu olmayan, kentin merkezinde bisikletlerle ulaşımın sağlandığı yaşanabilir bir miras bırakmak zorundayız. Başkentliler olarak, başkente gönül verenler olarak gelecek kuşaklar için bunu yapmaya mecburuz.
Aidiyetten fazlasını yap: KATIL
İhtimamdan fazlasını yap: YARDIM ET
İnanmaktan fazlasını yap: UYGULA
Adil olmaktan fazlasını yap: NAZİK OL
Affetmekten fazlasını yap: UNUT
Hayal etmekten fazlasını yap: ÇALIŞ
Bizim de amacımız sadece hayal etmek, hayal ettirmek değil çalışmak, uygulamak, gerçekleştirmek ve mutlu etmek.
Jane Jacobs, “Kentleri dayatılabilecek bir mantık yoktur. Çünkü kentleri halk yapar ve bizim planlarımızı binalara değil onlara uydurmamız gerekir" der.
Ankara; birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, tarihi ve kültürel çok sayıda mirasın sahibi bir kent olarak, şimdi bu mirasa sahip çıkıp, varımızla yoğumuzla çalışıp başkentimizi layık olduğu yere ortak akılla çıkarmak zorundayız.
Ankara Kent Konseyi Başkanı Halil İbrahim Yılmaz'ın, 5. Kent Araştırmaları Kongresi’nin ‘Kentleşme ve Yaşam Kalitesi’ başlıklı panelinin açılış konuşma metni.